vâveylâ!

vâveylâ!

Bir arayışın temsilindeyken, ‘gurbet!’ diyorum içlice.. Kilometreler deviren yola düşen bir çift nazardan ziyade kendi benliğine mıhlandığı bir seyir halidir insanın belki de.. Öyle ya, yol mudur sorgulatan yoksa sorgulamak mıdır yollara düşüren? Bilinmez bir bilmece olsa gerek.

İki mavinin ufkunda süzülür iken-di anladığım; her birinin ardında bilinmez bir karanlığın ve keşfedilmemiş alemlerin varlığı.. Dev bir kuşun kanadında zamanın hiç olmadığı kadar uzun geçtiği andı ayrılık vaktinin gelip çattığını anımsayışım.

Ve bu anımsayış, bu büsbütün ayrılıktı arayışın idraki olan.. Ses veriyorum masalsı bir hiçliğe yolculuktan: Hayatımın anlamı anamdır, ablamdır. Ve tabiki de yaramdır.. Kabuk bağlamayan ve bağlamayacak olan derin bir yara… Ve hayatın kendisi de bunlara eş değer olarak gariptir, gurbettir, garabettir..

ey gönül yazmasına sinen
efsun-i râyihasını
tel tel bağrımda
kör düğümle, sırlara doladığım!
ardından akıp giden boşluğa
düşen birkaç damla
ılık hüzmenin, anladım ki
esiriydim
gözlerimin ferine yansıyan
suretinin..