Harabeye yüz tutmuş evlerimizin küçük odacıklarına mahkum olduğumuz zamanlardı; minik bir deniz kabuğuyla dalgaların kıyılara ahenkle vuruşunu hissettiğimiz hayali yolculuklarımız vardı. Henüz bilmiyorduk hakikat denen mefhumu! Kulağımıza yasladığımızda deniz kabuklarını, okyanustan geldiğine inandığımız uğultulu sesleri dinlerdik büyülenmişçesine. Oysa şimdilerde dünya gözüyle okyanusların dibindeyiz ve yüreğimizde de bir o kadar deruni soru işaretleri…? Uzak diyarlardan sürükleyip getirdiği hikayesini hisset istiyorum rüzgarın. Keşke hep bilmemiş olsaydık diyorum, hakikatten uzak bir çocuk gibi bilseydik öylece yetinmeyi..!
avuçları(n)daki sermayem erimekte!
Ben henüz küçüktüm, adımlarım da öyle! Ağabeyimin peşine takılıp, esnaf esnaf dolanarak buz sattığımız o maziye can veren günleri anımsarım.. Alıcısı kolay bulunmayan buzların erime telaşesiyle hareket ederdik alel-acele. ‘Umudum’ diyorum işte! avuçlarında birikmiş kar taneleri sanki, az sonra yitirilmeye yüz tutmuş gibi.. Ve günler vardı, gökten boşalırcasına karlar yağardı lapa lapa. Biz odun sobası sıcaklığında, boyumuzun yetmediği pencere önlerinde beyaz gelinliklere bürünmüş şehri seyre dalardık kız kardeşimle. Kar taneleri düştükçe bir bir yeryüzüne, yükselir gibiydik biz gökyüzüne, öteler ötesine.. Tarife asi gelen bu sevinç sadece yüzümüzde değil; yüreğimizde, umutlarımızda, hayallerimizde belirirdi.. Umutlarım; tane tane tırmandığım o göğün en tepesinden al-aşağı edilerek en dipsiz ‘hiç’liğe yuvarlanmış sanki…
vakitsiz ayrılıklar..
Ben yine küçüktüm ve henüz tanıyamamıştım dünyayı. Öyle ya şimdi ki kocamışlığım kadar korkularla dolu değildi gözlerim! Küçeleri vardı köşe-bucak memleketimizin, kaybolmaktan korktuğum esrarengiz labirentleri anımsatırdı. Etrafı babalarımızın bile boyunu aşan surlarla kaplıydı. İşte tâ o vakitlerdi anlamıştım, çıkışı yoktu bu şehrin.. Bilinmez muhafızların başında dikildiği koca ve ağır zırhlı kapıları vardı, onlarda ardına kadar kapanmıştı.. Sevdalar sadece bu zamana yabancı kalmıştı.. Destansı savaşlar verilmişti uğruna aşkın, ardında talan olmuş bir şehir kalmıştı. Onarılması güç izleri vardı kandan yaşlarla sulanmış toprakların. Ayrılığa esir bir hikaye daha kazınmıştı öksüz kitabelerine, tarihler yazan merhametsiz aşkın. İşte sevdalar asırlardır böylece uğruna ölünecek kadar asil kalmıştı..