Günler, geceler kovalarken birbirini hece hece, dinmek bilmeyen sızıların zirvesinde akıtmak bu zehri, akıtmak yazmak suretiyle.. Malum ve de mücbir olmuştur garibe! Ki varsın kaderi mutlak, kendisi muallâk olan yâre…
Yusuf’a olan ayrılık acısının en bilindik tezahürüsün sen benliğimi kuşatan. Zira Yakub’dan öte bilmem ben hüznü her zerresinde eriten.. Var olmayacak olanı var edebilecek olanadır bu gamlı hazân! O denli girift-ar bir bilmecedir ancak yüreklere muhkem olunan. Bir sen anlarsın bilirim, kursakta kalmış olan, o belki de günahkar olan lokmayı.. Yusuf isminin fısıldandığı bir bedende Yakub’un ruhunu yaşıyor olmak kadar gariptir Züleyha’nın yüreğini de ardında sürüklercesine taşımak..Yokluğu hissedilen; bu canda ismi taşınana ait olan hasleti, hasretidir cânânın, tüm bu heyhatlar mukabilinde lâyık-ı Yûsuf olamamaktır ezeli, ebede varlığıyla mahkûm kılan!
ey dilber-i dilemma
Doğupta yüreğimize battığı yerden, ısıtacak bir güneşimiz yok sanki ufukta. Kuşlarımızın umuda kanat çırpabileceği mavilikler de silinmiş gibi gökyüzünden.. Karanlıklarda yol gösterecek yıldızlarda göz kırpmıyor artık hem. Günler desen; kuşandığı kara bulutlarla bendeki sen gibi sırlı, dolunay olup doğduğun gecelerde süregelen med-cezir.. Rüzgarları soruyorsan eğer, esiyor israfilin(!) gücü yettiğince! Ha itti itecek, kucak açan çukurun dibine.. Yerine göre aklarda düşüyor yeryüzüne serpildiği gibi, kimi zaman çiseleyen yağmurlara karışık fırtınalar var bilinmez dalgaların ardında.. Bilirim, her kar tanesi onu yeryüzüne taşıyan meleğin izini taşırmış ve duydum ki her kışın bir baharı varmış. Benim için baharlar belkide dinmeyen kışlara muhtaçmış, avuçlarında biriken kar taneleri, çığ olup üstüme yağmışken en beyazlar içinde dahi umutlarım karanlıklara mahkum kalmış. Bilirsin, kelimeler -mış’lı bir zaman içinde maziye vuslatmış, yarınları olmayan kışlar gökyüzünden hicran damıtmış..