Zamanın donuk nefesi ensemde, hüzünlü bir nağme mırıldanıyor keskin sızısı değerken tenime. Soğuk ve nemli bir kefen gibi kuşatıyor ruhumu.. Kumdan bir deniz ufku yalayıp sonsuzluğa karışırken, güneşin kavurucu nefesi çölün tenine işliyor. Issızlığın hüküm sürdüğü bu "hiçlik" topraklarında bir münzevi, ruhunun susuzluğunu gidermek için Yusuf'u arıyor. Gözlerim, ufukta kaybolan bir gemi gibi. Bir gölge arıyorum, sığınılacak bir yer. Bir papatya tanesi, bir başına direniyor çölün yakıcı nefesine. Yaprakları, naçiz bir dua gibi yükseliyor göğe. Hiçlik sarıyor her bir yanımı, varlığım anlamsızlaşıyor.. Uzaklardan, gözleri kederli, kanatları yorgun bir hüzün kuşunun nağmesi duyuluyor. Sanki o da Yusuf'un yokluğunun acısını paylaşıyor.. Belki de bir papatya gölgesi dahi yeterdi bana. "Ey umudun çiçeği!" diye fısıldıyorum usulca...